Bugünlerde sıklaştığını gözlemlediğimiz konkordato başvuruları, ilk bakışta bir kriz sinyali gibi görünse de aslında finansal sistemin doğal bir ayıklama ve yeniden dengeleme sürecidir.
Genellikle, likidite bolluğu döneminde ihtiyatsız borçlanan ve düşük faiz ortamında sürdürülemez iş modelleriyle büyüyen şirketler, ekonomik sıkılaşma dönemlerinde kaynak bulmakta zorlanarak konkordato ilan etmektedir.
Bu durum, bir yandan zombi şirketlerin tasfiyesini sağlayarak sermayenin daha verimli alanlara yönelmesini, diğer yandan ise rekabet koşullarının sağlıklı bir zemine oturmasını destekler.
Dolayısıyla, artan konkordato sayısını gerekçe göstererek kabahati takip edilen ihtiyatlı para politikasına yüklemek, hem teorik açıdan hatalıdır hem de ekonomik sürdürülebilirliği tehlikeye atar.
Bazı çevreler, bu gelişmeleri gerekçe göstererek yeniden düşük faiz ve kolay kredi politikalarına dönüşü savunuyor. Oysa bu yaklaşım, bugünkü kırılganlıkları yaratan zeminin ta kendisidir.
Asıl odaklanmamız gereken konu; kur ve faiz gibi temel fiyatları yapay biçimde baskılamak zorunda kalmadan, ekonomik verimliliği ve küresel rekabet gücümüzü nasıl artıracağımızdır.
Verimlilik hem politikacılar hem de özel sektör için sorması kolay cevabı zor bir konu olduğundan olsa gerek, çoğu kişi küresel rekabet gücünü hala kur ve faiz üzerinden konuşmayı daha "çekici" buluyor.



