Halka açık bir şirketin temel haklarından biri, gerektiğinde ortaklarından sermaye talep edebilmesidir. Yüksek faiz ortamında şirketlerin büyüme veya likidite ihtiyacı için bedelli sermaye artırımı yapması, doğru temellere dayandığında son derece doğaldır.
Ancak spekülatif fiyat hareketlerinin cazibesine kapılıp; şirketin iş modeli ve finansallarını incelemeden ya da aşırı iyimser kanaatlerle yatırım yapan bazı yatırımcılar, kötü örnekleri gerekçe göstererek her bedelli sermaye artırımına eğer yeterince kazanç sağlayamadılarsa SPK’nın müdahale etmesini talep ediyor.
Bu kültür, yalnızca yatırımcıyı değil, düzenleyiciyi de savunmacı bir pozisyona itiyor. SPK, yatırımcı tepkisini gözetmek adına haklı sebeplerle bedelli sermaye artırımına giden şirketlerin bu kararını geciktiriyor ve hatta bazı durumlarda reddediyor. Bu da gerçekten şeffaf ve ihtiyaca dayalı bir şekilde sermaye artırımı yapmak isteyen sağlıklı şirketlerin uygun koşullarda finansmana erişimini zorlaştırıyor.
Bugün Türkiye’de faaliyetlerini sürdüren, yatırımlarını yapan ve bu zorlu ortamda bile sermaye artırımı ihtiyacı duymayan yüzlerce güçlü şirket var. Bu şirketlere yatırım yapılabilirdi. Tercih farklı yapıldıysa, sonuçları için sorumluluk da yatırımcının kendisindedir.
Bilinçsiz yatırım kararlarının sonucunda devleti sürekli müdahaleye çağırmak, sermaye piyasalarının sağlıklı işleyişine değil; “sürekli devlet sopasıyla terbiye edilen” kırılgan bir piyasa kültürüne yol açar.
Sermaye piyasalarının sağlıklı işlemesi; şirketlerin etik yönetimi kadar, yatırımcıların da sorumluluk bilinciyle hareket etmesine bağlıdır.
Bu da yatırımcının sorumluluk alması, ortak olduğu şirketi tanıması ve uğradığı her zararda "devlet babaya" şikayetten önce kendine dönüp bakmasıyla mümkündür.



